Tanımlanamayan Cisim
Tanımlanamayan cisim.. 🙂
Bazen tanımlayamazsın hayatına gireni ve nereye nasıl koyacağını bilmezsin, bilemezsin.. Hayatında onu bir yerle bağdaştıramazsın. Nereye koysan olmaz, koyacak yer bulamazsın.
Bu çok ama çok şık bir eşyaya benzer, aslında. Çoğu zaman ya evinde ona yakışacak bir köşe bulamazsın yada onun yakışacağı köşeyi bir türlü boşaltamazsın.
Bu insan tıpkı o her şey olmaya müsait eşya gibi her şey olmaya uygundur aslında. Ondan her şey olabilir, her kaba koymak mümkündür onu. O harika bir erkek veya muhteşem bir dişi, iyi bir dost yada akıllı bir düşman olabilir. Şüphesiz hakkını verecektir, üstlendiği rolün veya senin onu koyduğun yerin. Ama tüm bu her şey olmaya müsaitliğine rağmen; onu hiç bir şey yapamazsın hayatında. Ve onca gereksizliği ile hayatında tutunabilen onca insana rağmen; o kayar gider avuçlarından. Kalmaya meyilli bir gidiştir bu. Çünkü her şey olmaya yatkın bu cisim, aslında kendine uygun bir yer bulmuştur o hayatta, kendini yakıştırmıştır bir köşeye ve kalabileceğine inanmıştır sessizce.
Aslında bu arkadaş
”Toprak olur taş olurum
Yolunda yoldaş olurum
İstersen gardaş olurum ”
diyen Ferdi TAYFUR’ a ait akımı benimsemiştir kısmen. Toprak taş falan olmayacaktır muhakkak. Burada daha geniş ve egolu bir bakış açısı ile kendisine yakışır her şey olabilme iradesi mevcuttur. Zira bu tanımlanamayan cisim, aslında her şey olabilecek kadar maharetlidir ve maharetinin de bilincindedir. Zaten onu her şey olabilmeye elverişli kılan onun sahip olduğu bilinçtir. Fakat bu irade dile getirilmediğinden ve diğer tarafta da algılama yeteneği kısıtlı olduğundan, sonuç hiçbir şey olmuştur.
Giderken bile ona bir çok anlam yüklemek mümkündür, ama öyle hareketsiz kalır ki tanımlayamayan, gitmesini istemediği halde, tanımlayamadığı cismi hala bir yere koyamamıştır. Ve her şey olabilecekken, hiçbir şey olmuştur.
Bu tanımlanamayan cisim, elbette ki gitmenin de hakkını vermiştir. Gelinen noktada ne algı yetersizliği ile onu tanımlamayı beceremeyenin gideni geri döndürme cesareti ve gücü vardır, ne de gidenin geri dönme isteği. İşin güzel yanı, bu gidiş ve kalış iki tarafı da pek fazla acıtmaz. Tanımlayamayan, tanımlamaktan aciz olduğundan ne kaybettiğinin farkında değildir, tanımlanamayan ise tanımlanamadığı yerde kalmaya hevesli değildir ve asla kendini oraya ait hissetmemiştir. En kötü ihtimalle her iki tarafta da uzun soluklu bir özlem hissi oluşabilir. Ama her iki tarafta neyi, neden ve nasıl özlediğini bilmez. Sadece bir şeyler eksiktir. Ama tam olarak neyin eksik olduğu bilinmemektedir.
Bu paradoksta iki taraf da tam kusurludur. Birisi tanımlanamayacak kadar karmaşık olduğundan, diğeri ise çözümleyemeyecek kadar ahmak olduğundan kusurludur.
Hani hayatının fırsatını kaçırmak diye bir klişe var ya, işte o klişenin ete kemiğe bürünmüş hallerinden biri de budur.
Taraflardan biri,
”Giden gitmiştir zaten
Kesemem kesemem yolunu
Hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
Bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu” şeklindeki Sezen AKSU mısraları ile kendi gerçeğini ortaya koyarken,
Diğeri de,
”Ben de yoluma giderim
Ezdirmem kendimi
Ama gezdirmem de gönlümü
Gider acımı çekerim ” diyerek giderken kendini nasıl gerçekleştireceğini ayrıntıları ile anlatmaktadır.
Ancak yıllar geçse de üstünden bu kalp seni unutur mu diye de bir klasik vardır. Burada unutulmayan maalesef yaşananlar değil, yaşanamayanlardır.